Bahar Eriş 3 Ekim Perşembe günü Akbatı AVM’de ebeveynlerle buluşarak çocuk ve başarı konusu üzerinde söyleşi gerçekleştirecek ama öncesinde başarı kavramı üzerinde biz de sohbet edelim istedim.

Başarılı olmanın tanımı nedir?
Bu öyle bir soru ki, yüz kişiye sorsanız yüz farklı cevap alırsınız. Başarının çok farklı tanımları ve türleri var. Mesela Bill Gates başarıyı “bir fark yaratmak, bir şey icat etmek, muhtaç insanlara yardım etmek” olarak tanımlıyor. Bu tanım başarının toplumsal ve idealist yönüne vurgu yapıyor. Efsane basketbol koçu John Wooden için başarı, “olabileceğinizin en iyisi olabilmek için, elinizden gelenin en iyisini yapmış olmanın verdiği huzur ve tatmindir.” Öte yandan NBA birincisi bu tanıma göre değil, objektif skora göre belirleniyor. Dolayısıyla içsel başarı tanımımız (huzur ve tatmin), sosyal başarı tanımıyla (skor tabelası) örtüşmeyebiliyor. Çok sevdiğim yazar Maya Angelou, “başarı kendini sevmek, yaptığın işi sevmek, nasıl yaptığını sevmektir” diyor. Ancak işini çok seviyorsan ve sonuç ortaya koymuyorsan bunu patronuna anlatmakta güçlük çekebilirsin! Churchill’e göre başarı, bir başarısızlıktan diğerine şevkini yitirmeden ilerleyebilmektir. Stephen Covey, başarının tanımının bireysel olduğunu, kendi tanımının ise “cenazende insanların seninle ilgili ne söylemesini istersin” sorusunun cevabında olduğunu söylüyor. Bu benim de hoşuma giden bir tanım. Bence başarı, karakterin ve kabiliyetinle uyumlu bir kariyer yolu çizmek ve hayallerinle uyumlu, anlamlı bir hayat yaşamak. Siz de bunlar arasından aklınıza yatan tanımı seçebilirsiniz.

Ebeveynlerin ve çocukların başarı algısı aynı mı? Çocuklar için başarılı olmak ne anlam ifade ediyor?
Bebek hayatının ilk iki yılında ihtiyaçlarının karşılanması için bir yetişkine muhtaçtır. Sonrasında kendi kendine yetme süreci başlar. Bu süreçte bebek annesinin bedeninden bağımsızlığını ilan edip etrafa açılmaya başlar. Önce sürünmeyi, sonra yürümeyi öğrenir. Öğrenene kadar yüzlerce deneme yapar. Bu içgüdüseldir, dışarıdan baskı söz konusu değildir. Sonunda ilk adımını atar. O an verdiği mutluluk tepkisi, başarma duygusunun en saf halini yansıtır. Gülücükler saçar, ellerini çırpar, çığlıklar atar. Başarı mutluluk getirmez diye düşünenler, bir bebeğin başarma anı videolarını izleyebilir. Etrafın o anda verdiği tepkilerle, bebeğin zihninde ilk başarı şemaları oluşmaya başlar. Yürüdüğü için onaylanırsa, şevkle devam eder. Azar işitir ya da dalga geçilirse, bir daha yeltenmeyebilir. Ancak herhangi bir müdahale öncesinde, temel içgüdüsü, yürümeyi başarmaktır. Yürümek, evrimsel olarak onun hayatta kalmasını sağlayacak olan mekanizmadır. İşte böyle böyle başarı algısı zamanla yavaş yavaş şekilleniyor. İçinde yetiştiğin ortama ve deneyimlere göre, büyüdükçe devreye korkular giriyor. Kişinin mizacı, ailesi, yaşadığı talihli ya da talihsiz olaylar, okulda öğretmenleri, ergenlikte arkadaşları başarı algısını şekillendirmede rol  oynuyor. Yetişkinler olarak öğrenilmiş korkularımızın farkına varmak çok önemli. Başaramama korkusu, kaybetme korkusu, konfor alanı dışına çıkma korkusu… Bütün bunlar hayallerimizle, kapasitemizle, kabiliyetimizle aramıza kara kedi gibi girebiliyor.

Çocuklara başarı nasıl anlatılmalı?
Başarı sadece okulda yüksek notlar almak, iyi üniversitelerden mezun olmak, kazancı yüksek bir işe girmek değil. İnsan yaşadığı hayattan tatmin de duymalı. Vicdan ve empati sahibi bir birey de olmalı. Kişisel istekleriyle toplumsal ihtiyaçları bir arada gözetmeli. Sadece kendine değil içinde yaşadığı dünyaya da fayda sağlayan bir birey olmalı. Burada eudomonia diye bir kavramdan söz etmekten istiyorum. Eski Yunan’dan kalma bir kavram. Kişinin anlamlı bir hayat yaşaması diye özetlenebilir. Yunanca “eu”, “doğru” veya iyi” demek. “Daimon” ise kişinin içindeki öz, kendine özgü parlak ve güçlü ışık gibi anlamlara geliyor. Dolayısıyla eudaimonia, “özümüzü, potansiyelimizi gerçekleştirmemiz sonucu ortaya çıkan iyi ve doğru yaşam” olarak özetlenebilir. Çocuklara da başarıyı içlerindeki potansiyeli gerçekleştirdikleri ve bunu yaparken iyi ve doğrudan sapmadıkları, anlamlı bir yaşam olarak anlatabiliriz bence. Eudomonik bir yaklaşım izleyebiliriz.

Ebeveynlerin başarılı çocuk hayallerinin çocuklar üzerindeki etkisi?
Kültürümüzde, çocuğun birey olma süreci, genellikle küçük yaşlardan itibaren baskılanır. “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusu yaygın bir sorudur. Büyüyünce ne yapmak istediğin çok önemli değildir. Büyüyünce dünyayı gezmek istiyor olabilirsin. Çok kitap okumak istiyor olabilirsin. Müzik yapmak, oyun yazmak, dans etmek istiyor olabilirsin. Ama ailen için önemli olan senin ne yapmak istediğin değil, onların senin ne olmanı istediğidir. Büyüyünce ne olmak istiyorsun sorusuna vereceğin cevaplar da kısıtlı bir aralığa sığmalıdır. Doktor, avukat, mühendis gibi seçenekleri içeren bir cevap sana “aferin” getirir. Ne de olsa bunlar toplumda değer gören, saygın ve kazançlı mesleklerdir. Hayallerin, yeteneklerin, tutkuların kimsenin pek umurunda değildir. Çevrenin seninle ilgili hayalleri daha önemlidir. Bu da tatminsiz bir hayatın anahtarıdır. Çocuğun kendini gerçekleştirebilmesi için ebeveynler çocuklarını olduğu gibi görebilmeli ve kabul etmeli. Aksi takdirde başarı ne sürdürülebilir ne de sağlıklıdır. Anne babalar çocuklarına dair hayaller taşıyorlar. Bu da anlaşılabilir elbette, herkes çocuğu başarılı olsun ister. Öte yandan bu sadece ebeveynin karar vereceği bir şey değildir. Önemli olan çocuğun kim olduğudur. Çocuğun mizacı, kabiliyetleri, kapasitesi, hayalleri neler? Bunu göz ardı eden ve çocuğu kendi hayallerine göre şekillendirmeye çalışan ebeveynler hem çocuklarıyla sağlıklı ilişki kurmakta sorun yaşarlar hem de çocuk tek ömrünü başkasının isteklerine göre tamamlamış olur. Yazık değil mi? Üstelik çam ağacını portakal ağacı yapmaya çalışırsan, ortaya ne olduğu belirsiz hormonlu bir meyve çıkar.


Dikkat dağınıklığı için ne yapılabilir?
Ben çocukken evimizin önünde çocuk parkı vardı. Yanlış anlaşılmasın, İstanbul’da şehir merkezinde bir apartmanda oturuyorduk. Her gün akşama kadar sokaktaydık. Oyunlar oynar, toprağa basar, bitkileri hayvanları tanır, salıncaktan kaydıraktan inmezdik. Üstümüz başımız çamur, dizlerimiz yara bere içindeydi. Koşar, düşer, küser, barışırdık. Mutlu çocuklardık. O zaman evlerde bilgisayar yoktu ve şehirde boş alan çoktu. Ben çocukken hiperaktivite diye bir şey de bilmezdik. Şehir hayatı ve teknolojinin yükselişi, hiperaktivite, dikkat dağınıklığı gibi durumların yükselişiyle paralel. Çocuklar doğadan uzaklaşıp ekrana yakınlaştıkça bu tür durumların sıklığı da arttı. Birçok araştırma, hareket eksikliği, doğadan uzak yaşam, ekrana fazla maruz kalma ve hiperaktivite arasında yakın ilişki olduğunu ortaya koyuyor. Mesela Glasgow Üniversitesi’nden araştırmacılar, 3 yaş çocukların hareket düzeyini ölçmüşler. Çocukların gün içinde fiziksel olarak etkin oldukları süre sizce ne kadar çıkmış? Sadece 20 dakika! Üstelik bu kırsal kesim için de farklı değil. University of Illinois Urbana-Champaign’den araştırmacılar, DEHB veya DEB tanısı alan çocukları incelemişler. Bu çocukların doğada zaman geçirince davranışlarında olumlu değişimler gözlemlemişler. Dikkat süreleri artmış ve hiperaktivite davranışları azalmış. Başka araştırmalar doğa ile temasın DEHB belirtilerini azalttığını gösteriyor. Çocukların zihinsel yetileri gelişiyor, depresyona karşı direnci ve bilişsel esneklikleri artıyor. Anne Beynim Aç kitabımda anlattığım bir Japon okulu var. Adı Fuji Anaokulu. Japon mimar Takahuru tasarlamış. Bu anaokulunda çocukların odaklanabilme becerilerinin çok yüksek. Okulun mimarisi çocuklar rahatça koşabilsin, bol bol hareket edebilsin diye tasarlanmış. Dolayısıyla okulda DEHB’li öğrenci yok. Sorun sadece mimari tasarım sorunu değil elbette. Çocuklara küçükten sorumluluk öğretilmemesi, kuralsız sınırsız ebeveyn tutumları, şekerli ve işlenmiş gıda tüketimi, küçük yaşta ekranın “dijital emzik” görevini üstlenmesi, çocukları ekran bağımlısı haline gelerek hareketsiz kalması, bütün bunlar DEHB oranını yükselten durumlar. Journal of Attention Disorders’ta yayımlanan bir araştırmaya göre, DEHB’de yaşam biçimini değiştirmek de fayda sağlıyor. American University Sağlık Bilimleri Bölümü’nün araştırmasjnda 7-11 yaş arası çocuklar yer almış. DEHB’li olan ve olmayan çocuklar karşılaştırılmış. Araştırmacılar günde en fazla iki saat elektronik cihaz kullanımı, en az bir saat fiziksel aktivite, şekerli içecek tüketiminin azaltılması ve yeterli su tüketimi öneriyor.

Ayrıca hiperaktif ve dürtüsel olarak tanımlanan çocukların içeride oturmaktansa dışarıda koşması, atlaması, spor yapması öneriliyor. Bu hareketin sakinleştirici bir etkisi olduğu biliniyor. Bütün bunlar olmadan çocuğa ilk iş olarak ilaç vermek bence adil değil.

Bazı öğrencilerin de öğrenmek için hareket etmeye ihtiyacı var. Buna kinestetik (harekete dayalı) öğrenme stili diyoruz. Öğrenme güçlüğü tanısı alan öğrencilerin çoğu, bu tür görsel ya da bedensel öğretim teknikleri uygulandığında başarı sağlayabiliyor. Bu da sorunun öğrenme güçlüğü değil öğretme güçlüğü olduğuna işaret ediyor. Çocukları etiketlemeden önce müfredatta ne kadar hareket var, bu öğrenme stili denenmiş mi gibi sorular sorulmalı.

Başarının önündeki en önemli engel nedir?
En başarılı sonuçlar karakter, kabiliyet ve kariyer üçlüsünün uyumuyla sağlanır. Bu nedenle kişinin kendisini tanıması, güçlü ve zayıf yanlarını bilmesi ve buna göre bir hayat yolu çizmesi başarıda çok önemlidir. Buna ne engel olabilir? Kişinin içsel motivasyonunun düşük olması, aileden ve çevreden destek görmemesi, kendini tanımaya alan bırakmayan sürekli yoğun bir tempo… Ayrıca liyakatin eksik olduğu, insanların birbirine güvenmediği bir toplum da kişinin başarmasına engel teşkil edebilir. Yine de her şey sende biter. Bir şeyi gerçekten istiyorsan, onu başarmak için vazgeçmeden, tutkuyla çalışmaya devam edersin ve sonunda mutlaka iyi bir şeyler olur. Engeller sebatla aşılır. Buna yürekten inanıyorum.

Akbatı’da katılımcıları neler bekliyor?
“Çocuklar Nasıl Başarır” temalı bir konuşma yapacağım. Bu çağda temel başarı becerileri nelerdir? Esneklik, odaklanma, irade nasıl geliştirilir? Anlamlı bir hayat neye bağlıdır? Bunlardan söz etmeyi düşünüyorum. Umarım herkes için faydalı ve keyifli bir organizasyon olur, heyecanla bekliyorum!

Yorum Gönder

[instagram-feed]

Aslıhan Gündüz ©. Tüm Hakları Saklıdır.                                                                                                                                                                                           

"Bu sitede yer alan tüm içerik ve görsel materyallerin izinsiz kullanılması ve kopyalanması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre yasaktır!"